Geçtiğimiz günlerde ancak hayvandan daha aşağı birinin yapabileceği bir cinayetin daha haberini okuduk. Gece sıralarında İzmir'in Gaziemir ilçesinde gerçekleşen olayda, maskeli ve kapüşonlu bir kişi olan Delil Aysal, evli ve 2 çocuk babası olan Oğuz Erge'nin kullandığı taksiye bindi ve onu vahşice katletti. Bu haber, son zamanlarda kamuoyunu çokça meşgul eden "eşkıyalıkların" nedeninin ve cezaların yetersizliğinin bir kez daha sorgulanarak gündeme gelmesine sebep oldu.
Yaşanan olayda Erge, kimsenin taksiye almadığı Aysal'ı "Hava soğuk, insanları yolda bırakmak olmaz." diyerek almıştı oysa. Bir süre taksiyi çeşitli adreslere dolaştıran Aysal, ineceğini söyleyip cebinden para alıyormuş gibi yaparak yanındaki ruhsatsız tabancayı çıkardı ve sonrası malumumuz.
Bu vahşi olay ilk değil ve görünen o ki eğitim ve adaletteki boşluklardan sebeple son da olmayacak. Bu olaydan aylar önce yaşanan, çoğumuzun kanını donduran İstanbul/Esenyurt'taki tekel bayii vahşeti de bu duruma örneklerden sadece biri. Kamuoyunda güçlü bir yankı uyandıran bu gibi cinayet veya tecavüz olayları son zamanlarda toplumun tabanından gelen idam ve kimyasal hadım çağrılarına sebep oldu. Hükümete yakın isimler tarafından da destekleyici açıklamalarla pekişen bu cezalara elbette karşı olanlar yok değil.
İlk olarak idamın ülkemizdeki tarihine bakacak olursak; 1920'de meclisin kuruluşundan 1984'te ölüm cezalarının fiilen kaldırılmasına kadar geçen 60 küsür yıllık bir dönemin olduğunu görürüz. Bu yıllarda meclis tarafından onaylanan ve infazı gerçekleştirilen yaklaşık 700 ölüm cezası vardır. İstiklal Mahkemeleri'nin meclisi devre dışı bırakarak verdiği ve tahmini 1500 ila 2000 civarında olduğu düşünülen idam kararları bu sayıya dahil değildir. Yine bu dönemde idama çarptırılanların çoğunlukla siyasi hükümlüler olduğunu söylersem yerinde olacaktır. Özellikle sıkı yönetim zamanlarında verilen idam kararları yakın siyasi tarihimizde silinmeyecek izlerdendir. 80'lerden sonra fiilen uygulanmayan ölüm cezası 2004 yılına gelindiğinde Avrupa Birliği müzakereleri sebebiyle hukuki olarak TCK'den tamamen kaldırılmıştır.
Biraz önce de bahsettiğim gibi toplumda bir nevi siyasi suçlarla özdeşleşen idamın yeniden gündeme gelmesi doğal olarak bazı çekinceleri de beraberinde getirmiyor değil. Yazımın başında değindiğim idama karşı olan insanların, çoğunlukla çekincesi masum insanların bu cezaya çarptırılması oluyor. Gerçek bir hukuk devletinde masum ve suçlunun ayırt edilmesi son derece önemlidir. Adaletteki bazı boşluklardan kastımın biri de maalesef bu. Kimi zaman masum yere hüküm giyen insanların olması toplumun adalete olan bakış açısını olumsuz anlamda etkiliyor. Elbette bu farklı bir yazının konusu fakat idam veya kimyasal hadım gibi geri dönüşü olmayan cezaların haksız yere verilmemesi çeşitli hukuki düzenlemelerle, delil yeterliliği vb. unsurlar göz önünde bulundurulup verilerek mümkün olabilir kanımca. Esasında günümüzde konuşulan idamın geçmiştekinden farklı olarak yalnızca cinayet suçuna getirilmesi düşünülüyor. Bununla birlikte kimyasal hadımın ise tecavüz suçuna yönelik bir ceza olması toplumdan gelen sesler arasında. Cezaların bu tip belirli suçlara verilmesi geçmişte yapılan bazı hataların tekrarının önüne geçebilir.
Toplumun sesine kulak vermek gerekiyor, her açıdan. Eğitimden sağlığa, adaletten güvenliğe... Sokağın talep ve görüşleri akıl ve mantık süzgecinden geçirilip cevaplandığında işte o vakit sağlıklı politikalar üretilmiş olur. Bunu neden söylüyorum? Şu an sokakta "paşalar gibi yatar çıkarız" anlayışı hakim ve bu anlayış olduğu sürece herkes birbirini asar da, keser de. Bu anlayışa cevap; nesilleri, toplumu eğitmenin yanında muhakkak caydırıcı cezalar olmalıdır. Temel haklardan olan bireyin yaşama hakkı tüm hakların başında gelir ve devlet her bir vatandaşın bu haktan yararlanmasını sağlayacak ve hakkını koruyacak politikalar geliştirmelidir. Nitekim devleti kabileden ayıran da budur. Devlet, toplumu o topluma zarar verecek bireylere karşı koruma görevini yerine getirmeli ve suçun tekrarını önleyecek politikaları hayata geçirmelidir. Bu politikaların başında şüphesiz önce eğitim gelir, ceza her anlamda en son uygulanacak yöntem olmalıdır. Topluma adapte olmakta güçlük çektiği için suça sürüklenen bireyler yeniden suç işlememesi için mahkumiyetinde eğitimle ihya edilerek topluma kazandırılmalıdır. Ancak burada bir durmak istiyorum. Hiçbir durum masum birini, meşru müdafaa olmaksızın öldürmek için sebep değildir veya cinsel dokunulmazlığa tecavüzün açıklaması olamaz. Bir katil, birini öldürdüğü anda kendisini de bu hayattan kopartmış gibidir ve ihya edilecek yanı yoktur diyerek başat suçlar için Juvenal gibi düşünüyorum: "Bir tek suçla yetinen, suçlu gördünüz mü?"
Eğitilen toplumlarda bu tip suçlarda düşüş apaçık ortadadır bunu eğitim seviyesi ve suç oranları endeksine bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Her ne kadar eğitilirse eğitilsin, suçlar azalırsa azalsın toplumdan bu suçları işleyen az da olsa birileri çıkacaktır. İşte o vakit aynı suçun tekrarının yaşanmaması için etkili cezalar verilmelidir. Örneğin; müebbet hapis, idam ve kimyasal hadım. Burada müebbet hapis cezasını biraz açmak istiyorum. Yazımın başında cinayet suçu için idamın tartışıldığını söyledim. Peki şu anda cinayetin karşısında olan ceza yani müebbet hapis vicdanları rahatlatmıyor mu? İşte yazımın konusunu da bu oluşturuyor, rahatlatmadığı düşünülüyor ki idam sesleri yükseliyor. Hukukun vicdanla uyumlu olması gerekmektedir. Bu, hukukun insanların vicdanlarına hitap etmesi, doğruluk, adalet ve insani değerlerle uyumlu olması demektir. İyi bir hukuk sistemi, bireylerin vicdanlarını rahatlatırken toplumun genel refahını koruyacak adaleti sağlar.
Müebbet hapis cezasında, mahkumiyetlik süresi zarfında mahkumun faturasını öldürdüğü kişinin eşi, dostu vergi olarak ödüyor. "Yatarının" ardından kimi zaman koşullu salıverilmeden yararlanarak serbest kalabilen mahkumun tekrardan birinin canına kast etmemesinin veya birine tecavüz etmemesinin ise garantisi yok. Çoğu zaman tecavüz suçuna verilen cezanın müebbet hapisten hafif olduğunu da belirtmek istiyorum. Bu durumlar ışığında mahkuma verilen ceza eşinin dostunun evine düşen ateşi söndürmeye, toplumun vicdanını rahatlatmaya ve en önemlisi daha güvenli bir toplum oluşturmaya yetmeyebiliyor. Çoğu cinayet, tecavüz olayının ardından sosyal medyada gördüğümüz faile karşı "içeride bunun gerçek cezasını verirler" lafı adaletin mahkemelerden değil de "koğuştaki ağalardan" arandığını düşündürmüyor değil. Açıkçası bir hukuk devletinde yerinin olmaması gereken bir şeydir bu.
Toparlamak gerekirse, bir masum insanın canını kasten öldüren birine ya da o cana tecavüz eden birine verilen cezalar şu an için tartışma konusu. Tek gerçek ise cezalarımızda adil, akılcı ve en önemlisi caydırıcı olmamız gerektiği. Daha caydırıcı olduğunu düşünerek vereceğimiz idam gibi cezalar ise toplumun eğitimi ile pekiştirilmediği sürece huzurlu toplum gayesine engel olmaya devam edecektir. Yazımı Atinalı Solon'un şu sözüyle bitirmek istiyorum: "Herhangi bir suça maruz kalmayanlar, suça maruz kalanlar kadar kızgınlık gösterdikleri zaman, ülkede suçlar önlenir."
Yorumlar
Yorum Gönder