Her cumhuriyet demokrasi ile yönetilmeyebilir. Çoğunlukla birbirine karıştırılan cumhuriyet ve demokrasi kavramları esasında çok farklı olmamakla birlikte birbirlerinden ayrı şeyleri ifade etmektedir. Devlet başkanının soyuna dayalı olmayan bir yönetim biçimi anlamına geliyor cumhuriyet. Demokrasi ise yönetim biçiminde halkın egemenliğinin esas alınması anlamına geliyor. Kavramları basitçe öğrendiğimize göre vereceğim birkaç örnek yerinde olacaktır. Günümüzde Birleşik Krallık'ın yönetim biçimi monarşidir yani soya dayalı olarak hala krallık/kraliçelik devam etmektedir fakat bunun yanında halkın egemenliği birçok cumhuriyetinkinden ileri gelmektedir. Diğer taraftan ise geçmişte Sovyetler Birliği bir cumhuriyetti fakat ne kadar demokratik olduğu hala tartışma konusu. Yani anlaşılan; sanılanın aksine her monarşi baskıcı, otoriter olmayabilir. Her cumhuriyette özgürlükçü, demokratik olmayabilir.
Bir ülke demokratik değilse akla ilk olarak rejiminin otoriter olduğu geliyor. Siyaset bilimci Juan Linz'in bir çalışması olan 1964 tarihli "Bir Otoriter Rejim: İspanya" adlı eserinde, otoriter rejimleri dört niteliğe sahip olarak tanımlamıştır.
Sınırlı siyasi çoğulculuk, yasama organı, siyasi partiler ve çıkar grupları üzerindeki baskı ve kısıtlamaların olması.
Duygusal çekiciliklere dayanan siyasi meşruiyet ve rejimi bir gereklilik olarak tanımlayarak "kalkınmamışlık veya isyan gibi kolayca tanınabilir toplumsal sorunlarla mücadele" edilmesi.
En az düzeyde siyasi hareketlilik ve rejim karşıtı faaliyetlerin baskılanması.
Belirsiz ve sıkça değişen, genellikle yürütmenin gücünü genişletmek için kullanılan belirsizleşmiş yürütme yetkileri.
Buradan hareketle; Sovyetler Birliği'ndeki rejime muhalif grupların yasaklanması, sürekli tek partinin veya "adamın" hakim olması, parti içi kararların bile istişareden uzak alınması gibi durumlar göz önünde bulundurulduğunda Sovyetler Birliği'nin otoriter bir rejim tarafından yönetildiği çıkarımını yapabiliriz. Bazı siyaset bilimcilerin Sovyetler Birliği'ni otoriter rejimden de öte totaliter bir rejim tarafından yönetildiğini kabul ettiklerini de eklemek isterim. Girişte de belirttiğim gibi, Sovyetler Birliği'nin bu durumuna benzer bir hal, kültür etkisinden olsa gerek, bağımsızlıklarını ilan ettikten sonraki cumhuriyetlerde de devam etmektedir. Bölgede yarım asırdan fazla bir süre hüküm süren Sovyetler Birliği ve anlayışı, doğal olarak birlikteki ülkeleri de sosyolojik ve siyasi olarak etkilemiştir. Yazımda bahsedeceğim, başlıca; Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan gibi Türki cumhuriyetler adı üzerinde cumhuriyet olsalarda günümüzde Demokrasi Endeksi çalışmasına göre otoriter rejimin güdümü altındalar.
Yakın çevremde, eğitim için Türkmenistan'dan ülkemize gelmiş birçok insanla konuşma fırsatı buldum. Onlarla bu konu hakkında sohbet ettiğimde hepsi bir ağızdan ülkelerindeki antidemokratik yapıdan yakınıyorlardı. Günümüzde, kendi tarihinin üçüncü cumhurbaşkanı tarafından yönetilen Türkmenistan; İnternetin sansürlendiği, sosyal medya uygulamalarının yasak olduğu, hatta renkli arabaların dahi yasaklandığı bir ülke. Bu ülkenin, aldığı ilginç kararlarla tanınan, ilk cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı'nın soyadının hikayesine ise değinmeden geçemeyeceğim. Soyadını halkın kendisine hitap edebilmesi için Atatürk koymak isteyen Türkmenbaşı, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından bunun mümkün olmadığı belirtilince, "Türkmenbaşı" isminde karar kılmıştı. Bir başka ilginç kararı ise Türkmen halkına rehberlik etsin diye kaleme aldığı “Ruhname” isimli eseri yayınlamasıydı. İlginç olan kitap yazması değildi elbette. Türkmenistan'da üniversiteye girebilmenin yollarından birinin “Ruhname”yi ezberlemekten geçmesi, memurların her yıl “Ruhname” ile ilgili olarak sınava girmeleri ve son olarak kitabın Kuranı Kerim ile eş tutulmasıydı ilginç olan. Esasında bunlar oradaki otoriter rejimin ne boyutta olduğunu gösteriyor bizlere.
Türkmenbaşı'ndan sonra gelen iki cumhurbaşkanının aynı aileden olması mevcut otoritenin iyice güçlenmesine sebep oldu. Öyle ki baba Kurbankulu Berdimuhammedov yasa değişikliğiyle üçüncü dönem de seçilebilmesinin önünü açtı ve öyle de oldu, ardından oğlunun yerine geçmesini beklediği için erken seçim kararı alarak istifa etti. Oğlu Serdar Berdimuhammedov ülkenin yeni cumhurbaşkanıydı artık. Bu seçim birçok uluslararası gözlemci tarafından ne özgür ne de adil olarak görüldü. Bu duruma benzer makus kaderi Özbekistan'da yaşıyor. Cumhurbaşkanı İslam Kerimov, döneminde antidemokratik biçimde art arda seçilen başkanlardandı. Çünkü muhalif olan herkes bastırılıyor, fikirler sansürleniyor ve böylece seçimden önce seçilecek olan zaten belli olmuş oluyor. Sadece başkanlar aynı aileden değil devletin çoğu bürokratik birimleri de aynı aileden ya da parti yanlısı sempatizanlardan oluşuyor.
Her ne kadar günümüzde birçok ülkede resmiyette cumhuriyet ve demokrasinin olduğu görülsede çoğunda uygulanış yani hakikat bunun tam tersi. Nasıl ki demokrasinin çeşitleri var; doğrudan, dolaylı diye. İşte ben de bu duruma sözde demokrasi diyorum. Azerbaycan'da ise bir Aliyev ailesi gerçeği var. Ebulfez Elçibey'in demokratikleşme adımlarına darbe indiren Suret Hüseynov'un ardından başkanlığa geçen baba Haydar Aliyev'in oğlu, günümüz Azerbaycan cumhurbaşkanı, İlham Aliyev'de seçimlerdeki dönem sınırını kaldıran liderlerden. Üç ülkeninde seçimler nazarında ortak özelliği; tek baskın partinin veya "adamın" art arda devletin başında ve muhalefetin neredeyse yok hükmünde olması. Medyanın üzerindeki baskı doğal olarak muhalefetin gelişmesine ve hükümetin denetlenmesine engel oluyor. Bu bile apaçık bir otoriter rejim emaresidir.
Seçimlerin, medyanın, hatta hangi renk araba kullanılacağının yanı sıra ekonomininde büyük oranda devlet kontrolünde olduğu bu ülkelerde refah seviyesi ise yadsınamayacak düşüklükte. Özellikle Türkmenistan'da iş, eğitim gibi nedenlerle yurtdışına çıkmak isteyen vatandaşlara izin çok zor veriliyor öyle ki pasaport çıkartmak bile mucize. Bir şekilde iltica edenlerle birlikte koca ülkede yaşayan kişi sayısı beş milyonun da altına gerilemiş durumda. Bu nesil kaybının devamı şüphesiz ileride bir beka sorunu haline dönüşecektir. Oysa gerçek bir liderin ülkesine yapacağı en şerefli hizmet günü değil nesilleri kazanmasıdır. Debdebe ve dokunulmazlık içerisindeki elitlerin nesilleri kazanması için kolektif biçimde, otoriter ve antidemokratik tutumlarını bir kenara bırakarak demokratikleşme adımlarını hızla atmaları gerekir. Başta eğitim ve adalet alanlarında yapılacak reformlar tabandan tavana toplumun her yerine sirayet ettiğinde demokratikleşmenin önündeki çoğu engel aşılmış olacaktır.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki; başta Türkmenistan olmak üzere bölgedeki Türki cumhuriyetler gerek yer altı ve yer üstü imkanlar olmak üzere kültür, enerji ve stratejik konum özellerinde fırsatlara açık ve zengin konumdalar fakat şuan ki antidemokratik yapıları ve dış ülkelere izole tutumları bu zenginlikleri değerlendirmede engelden öte değil. Kapak fotoğrafında da yazdığı gibi "Devlet 'adam' içindir!" anlayışı, yerini Şeyh Edebali'nin de dediği gibi "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." anlayışına bıraktığı zaman herkes kazanmış olacak. Herkesin kazandığı bir gelecekte görüşmek üzere.
Yorumlar
Yorum Gönder